Etiketler

24 Temmuz 2013 Çarşamba

En Mühim Mesele - 1947


Yaprakları arslan pençeli çınarlar
                                      bin yıl yaşamakta,
kestaneler üç bin
ve serviler beş bin sene ayakta.
Kavaklar bile yedi yüz yıl yeşil ve beyaz.
Halbuki biz
               ne kadar az yaşıyoruz, kardeşlerim,
                           ne kadar az yaşıyoruz,
                                 ne kadar az.
Beygirle bir ayardayız henüz
                                   bu en mühim meselede,
hatta onun kadar bile doyamıyor dünyasına
     beygirden çok yük taşıyan çoğunluğumuz.

Nazım Hikmet
                             

21 Temmuz 2013 Pazar

Meşgale - 1948

Öküzlerimin boynuzlarında ağarırken ortalık
toprağı sürüyorum sabırlı bir kibirle.
Çıplak ayaklarımda toprak nemli ve ılık.


Pazılarımda pırıltılar,
demir dövüyorum öğleye kadar,
kırmızıya boyanıyor karanlık.


Yapraklarında yeşilin en güzeli,
zeytin devşiriyorum ikindi sıcağında,
üstüm başım, yüzüm gözüm ışık.




Her akşam mutlaka misafirim var,
kapım bütün şarkılara 
                              alabildiğine açık.

Geceleyin suya dizboyu girip
çekiyorum denizden ağları :
yıldızlarla balıklar karmakarışık.

Benden sorular oldu
                      dünyanın hali artık :
İnsan ve toprak, karanlık ve aydınlık.

Anladın ya, işim başımdan aşkın,
anladın ya, gülüm,
ben sana aşık olmakla meşgulüm...

11 Temmuz 2013 Perşembe

Karanfilli Adam ve Hikayesi ...

Fikirlerine ihanet ederek mi yaşamak? Yoksa ideallerine ve inançlarına bağlı kalarak ölmek mi? Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük fikirleri ve idealleri uğrunda ölmüşlerdir. Ancak onlar, tıpkı yazımda okuyacağınız Nikos gibi yıllar sonra bile şiirlerin içinde, şarkıların içinde ve her yerde hala yaşıyor olacaklar. Bir amaç uğruna hayatlarını verenlere,  başka insanlar yaşamaya devam ettikçe, onlara hayat vermeye devam ederler. Ve daha çok büyüyerek yaşarlar. Bu yazı fikir gözetmeksizin kendi iradeleri dışında yaşam hakları elinden alınmış insanlarımız içindir.

Yıl 1951 ve komşu Yunanistan'da Amerika yanlısı bir hükümet var. Bu hükümet, ikinci dünya savaşında faşizme karşı direniş örgütlerinde aktif olarak çalışmış Nikos Beloyannis 'e bir komplo yaparak haksız yere suçlamış ve askeri mahkemeye çıkarmış. Nikos savunmasında demiş ki;

“Amacı benim kişiliğimdeki barışçıl politikayı yargılamak olan bu mahkemede söyleyeceklerim savunma niteliğini taşımayacaktır. Şüphesiz ki, tutuklanmamızın ve yaratılan bunca kargaşanın altında bazı politik amaçlar yatıyor. Bizler birer pişmanlık dilekçesi imzalamayı kabul etseydik, aklanacak, birden bire ”iyi” Yunanlılar, uysal vatandaşlar olacaktık. Bana rüşvet olarak önemli görevler de teklif edildi… Amacım anlaşma yoluna gitmek ve bir yerlere yükselmek olsaydı, bu amaca ulaşmak için sizin yardımınıza ihtiyacım olmazdı. Önemli bir yere çıkmak için tüm olanaklar vardı elimde. Çünkü ben ; Devrimcinin zor ve tehlikeli yolculuklar içindeki hayatını tercih ettim. Yaşamım, bağımsızlık ve özgürlük savaşımla sıkı sıkıya bağlıdır. Tehlikelerle karşı karşıya kaldığımda, izlemem gereken yolu hiç önceden düşünmedim. Fikirlerime ihanet ederek yaşamak mı? Yoksa ideallerime ve inançlarıma bağlı kalarak ölmek mi? Her zaman ikinciyi yeğledim. Ve bugün bu kararımdan dönebileceğimi sanmıyorum.”

Bu savunma sonucunda;

Nikos Beloyannis 1952 yılı 30 Mart tarihinde ve sadece 37 yaşında iken askeri mahkemenin kararıyla ölüme mahkum edilir ve kurşuna dizilerek öldürülür. Mahkeme sırasında göğsüne bir karanfil takmış olan Beloyannis’in iftira ve haksızlığa kurban gidişi bütün dünyada tepkilere yol açar. Ve Ressam Pablo Picasso Beloyannis’e Karanfilli Adam adlı tabloyu yapar.

Nazım Hikmet’te önce Moskova radyosunda Beloyannis’in kurtulması için bir konuşma yapar. Ve daha sonra da ünlü Karanfilli Adam şiirini yazar:

Karanfilli Adam

Seher karanlığında,
Projektörlerin ışığında,
Kurşuna dizilen beyaz karanfilli adamın
Fotoğrafı
Duruyor üstünde masamın.
Sağ eli
Tutuyor karanfili
Bir ışık parçası gibi Yunan denizinden.
Karanfilli adam
Ağır kara kaşlarının altından
Bakıyor cesur çocuk gözleriyle,
Hilesiz bakıyor.
Türküler ancak böylesine hilesizdir
Ve ancak komünistler
And içer böylesine hilesiz.
Dişleri bembeyaz:
Gülüyor Beloyannis.
Ve elindeki karanfil,
Bu yiğit,
Bu rezil
Günlerde
Söylediği sözlerden biri gibi insanlara...


Nazım'ın bahsettiği bu fotoğraf Mahkemede sırasında çekilen fotoğraf, emin olmamakla birlikte tabloda bu fotoğraftan yapılmış olabilir.

İdam kararından sonra. Henüz idam yapılmamışken,  " Her şafak vakti kalbim Yunanistan’da kurşuna diziliyor’ diyen Nazım Hikmet,  protesto için bir mektup gönderir. Yunanlı komünistler Nazım'ı öyle severler ki, romanlarında ve şiirlerinde ondan ve dayanışmasından bahsederler.

Ve yine ünlü şair Yannis Ritsos’un Nazım Hikmet için yazdığı "Bir Ad Müzik Ve Evrene Dönüşünce" adlı şiirin son dizeleri şu şekildedir;

“Nazım
Sen bizi öyle çok sevdin
Biz seni öyle çok sevdik ki
Küçük adınla çağırır herkes seni
Herkes sen der sana
Fransa’da Rusya’da Yunanistan’da
Aragon’da Nazım
Neruda’da Nazım
Ben de Nazım
Özgürlük ki adlarından biridir senin
O senin en güzel adın

Selam Nazım.”

3 Temmuz 2013 Çarşamba

Ben İçeri Düştüğümden Beri -1947

Ben içeri düştüğümden beri
                            güneşin etrafında on kere döndü dünya.
Ona sorarsanız:
                     “Lâfı bile edilmez,
                              mikroskobik bir zaman.”
Bana sorarsanız:
                     “On senesi ömrümün.”
Bir kurşun kalemim vardı
                             ben içeri düştüğüm sene.
Bir haftada yaza yaza tükeniverdi.
Ona sorarsanız:
                     “Bütün bir hayat.”
Bana sorarsanız:
                      “Adam sen de, bir iki hafta.”
Katillikten yatan Osman,
                        ben içeri düştüğümden beri,
                                 yedi buçuğu doldurup çıktı,
                                 dolaştı dışarlarda bir vakit,
                                 sonra kaçakçılıktan tekrar düştü içeri,
                                 altı ayı doldurup çıktı tekrar,
                                 dün mektup geldi, evlenmiş,
                                  bir çocuğu doğacakmış baharda.
Şimdi on yaşına bastı,
                    ben içeri düştüğüm sene,
                           ana rahmine düşen çocuklar.
Ve o yılın titrek, ince, uzun bacaklı tayları,
                    rahat, geniş sağrılı birer kısrak oldular çoktan.
Fakat zeytin fidanları hâlâ fidan,
                                  hâlâ çocuktur.
Yeni meydanlar açılmış uzaktaki şehrimde
                                            ben içeri düştüğümden beri.
Ve bizim hane halkı
                   bilmediğim bir sokakta
                                         görmediğim bir evde oturuyor.
Pamuk gibiydi, bembeyazdı ekmek
                               ben içeri düştüğüm sene.
Sonra vesikaya bindi,
bizim burda, içerde, birbirini vurdu millet
                       yumruk kadar, simsiyah bir tayın için.
Şimdi serbestledi yine,
fakat esmer ve tatsız.
Ben içeri düştüğüm sene
                 İKİNCİSİ başlamamıştı henüz.
Daşav kampında fırınlar yakılmamış,
atom bombası atılmamıştı Hiroşima’ya.
Boğazlanan bir çocuğun kanı gibi aktı zaman.
Sonra kapandı resmen o fasıl,
şimdi ÜÇÜNCÜDEN bahsediyor Amerikan doları.
Fakat gün ışıdı her şeye rağmen
                      ben içeri düştüğümden beri.
Ve “Karanlığın kenarından
             ONLAR ağır ellerini kaldırımlara basıp
                                                doğruldular” yarı yarıya.
Ben içeri düştüğümden beri
                          güneşin etrafında on kere döndü dünya.
Ve aynı ihtirasla tekrar ediyorum yine,
                                ben içeri düştüğüm sene
                                      ONLAR için yazdığımı:
“Onlar ki toprakta karınca
                                   suda balık
                                             havada kuş kadar 
                                                                   çokturlar,
korkak, cesur,
                        cahil, hakîm
                                             ve çocukturlar,
ve kahreden
                   yaratan ki onlardır,
şarkılarımda yalnız onların mâceraları vardır.”
                            Ve gayrısı,
                                   meselâ benim on sene yatmam,
                                                                lâfü güzaf.
Nazım Hikmet

2 Temmuz 2013 Salı

Mazeret - 1947

Şu kara toprağın üzerinde
      yıldızların arasında
                  yolculuğumuz
                          ne kadarcık zamanın işi ki!..


Elimizde ateşin sönmeden yanışı
taş baltamızın yabanöküzünü yenişi,
alnımızın genişleyip aydınlanışı,
hele, güzelin karşısında başımızın dönüşü
                                      daha dünkü mesele.



Hısım akraba içinde zaten
                               en azınlık değilsek de
                                -- herhalde fillerin sayısı bizden az --
                                           en genç galiba biziz,

bugünkü halimiz de galiba bu yüzden.
Siz çok daha yaşlısınız bizden,
gün görmüş, umur görmüşsünüz,
                   dağlar, taşlar ayıplamayın bizi,
                   kurtlar, kuşlar bizi ayıplamayın,
                   bizi ayıplamayın komşular;
              öfkeden ağlanasıya sersem,
              gaddarcasına bedbahtız
                                 fakat asla umutsuz değil.
Nazım Hikmet