Etiketler

5 Aralık 2013 Perşembe

Leylim Leylim - Ahmed Arif

Koca şairimiz Ahmed Hamdi Önal'ın, mahlası ile Ahmed Arif'in  büyük sevdası. "Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır. Üşüyorum, kapama gözlerini..." diyerek seslendiği, leylisi Leyla Erbil'e yakılmış bir ağıt gibi sanat hayatı. Anadolu 'nun yiğit şairi, "Haksızlığa, hakarete dayanamıyorum. Türk Siyasi  Tarihi’nin işkence görme rekorunu kıracak kadar zulüm görmeme budur sebep!" diyerek kendini tanımlayan mısra ustası.

Tek bir kitapla edebiyat tarihine adını yazdıran Ahmed Arif'in sadece bir şiir kitabı var,  "Hasretinden Prangalar Eskittim" ismiyle yayınlanan şiir kitabı 1968 Yılında yayınlanmış ve bu zamanda kadar defalarca baskı (Şu an 60 Baskı) yapmış, ve bu kitap her hal ve şart altında Leyla Erbil'e ithaf edilmiştir. Ahmed Arif başkada kitap yayınlamamıştır. Taki Leyla Erbil 'e yazdığı umutsuz, platonik sevda dolu mektupları Leyla Erbil yayınlamaya karar verene kadar. Artık Ahmed Arif 'in yeni bir kitabı var.

İşte bu karşılıksız, mutsuz aşkın mektuplarının toplandığı kitap, İş Bankası Kültür Yayınları, Leylim Leylim adıyla  Eylül ayında yayınlandı.  1954-1959 yılları arasında yazılan mektuplar Ahmed Arif 'in sevdası gibi karşılıksız. Leyla Erbil 'in gönderdiği mektuplar maalesef yok. Ahmed Arif hiçbirini saklamamış. Leyla Erbil ise 80 yaşına kadar saklamış bu mektupları. Bence, kitabı günde bir ya da iki mektup okuyarak tamamlayın. Sürekli okuduğunuzda yorucu olabiliyor. Çünkü Ahmed Arif o kadar yoğun duygular içinde yazmış ki, Leyla Erbil tanrılaştırılıyor. Bir mektupta; Leylâ Erbil’in kendisini “Tanrılaştırdığı” eleştirisine Ahmed Arif 'in yanıtı;  “Seni Tanrı gibi değil, Tanrı kavramını Leylâ gibi seviyorum.” diyor. Tabi ki sadece aşk yok mektuplarda, Ahmet Arif'in yaşadığı sürgün günleri, sıkıntıları, imkansızlıkları ve tabiki o günlerin siyasi ve yayın ortamı hakkında çok net bilgiler veriyor. Bence okuyun, ama dediğim gibi günde bir iki mektup, zira sevginin fazlası da bıktırıyor : )

Kitaptan Alıntılar ;
*
Her hal ve şartta kitabımı sana ithaf ediyorum. Sürprizle karşına çıkmak daha güzel olurdu ama bizler artık hayatın ve çeşit tatlılıklarından faydalanamayacak kadar baltalandık. Acının fazlası, daha doğrusu bu kadar manasız sıklığı, uyuşturuyor, kurutuyor …
*
Ey, ne haldesin canım! İşin gücün, misafirlerin yormasın seni. Hiçbiri, hiçbiri bilemez kim olduğunu. Onlara otuz yıl felsefe ve insanlık tarihi öğretmeliyim ki değerini anlayabilsinler. Ne güzel olur ama! Karşında bir ürkek, bir saygılı, bir aptal dururlar. Biz de basarız kahkahayı. Ben kendi hesabıma aptalların şahıyım ya, o da başka bahis.
*
Bilim ve insan olma namusundan gayrı bir çıkar düşünmüyorum. Devler dize gelsin, tapılanlar alçalsın isterse, senin Ahmed’in düşmeyecek, yıkılmayacak.  Bana güven canım. Sana, senin yüzün suyu hürmetine katlandığım, dayattığım bu “dünya adlı gezegene” layık olucam. Ve dünyamızın kocaman bağrına senin adını, cehennem ateşinden harflerle yazacağım. Dante Alighiere de şaşsın işte!
*
Benim soyumdan insanların yaşadığı müddetçe, Kenya’dan Kamçatka’ya sen yaşanacaksın. Bana senin adını ölmezleştirmek düşer. İşim bu benim”
*
Şu anda yapyalnız bir dalganın üstünde boş bir konserve kutusundan farksızsam da, senden kopmanın imkansızlığını daha bir aşkla duyuyorum. Üzerime Toroslar yıkılmış sanki. Öyle duyuyorum işte. Öyle kesin ve kudretli.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder