bir yokmuş
Develer
tellallık edip satarken develeri,
bir benim
babam varmış,
bir de
bir zatımuhteremin pederi.
Benim
babam
dazlak kafalı ufak tefek bir adam.
O bir
zatımuhteremin pederi
ikinci
Sultan amidin
meşdur hırsız seraskeri.
Benim
babam,
dolu
koymuş
boş çıkmış,
bütün
ömrünce çevirmiş simsiyah defterleri.
O,
bir zatımuhteremin pederi –
Yemen
çöllerinde açlıktan ölenlerin
suyundan, ekmeğinden
çalarak,
kumun
üstünde akan kandan
yüzde yüz komisyon
alarak
han,
hamam, apartıman yapmış…
Ey
zatımuhterem!
Şaire,
“Kısa kes, diyelim, sözlerini!”
Ölmüş
sizin serasker
peder.
Benim
de babam öldü.
Ve
dünyaya yummadan evvel
ışıklı
çocuk gözlerini
siz onun yanındaydınız.
Son
beş papelin hesabını vermeden ölmesin, diye
kalbinin
atışını saydınız.
Tutmuyordu
babamın öpülesi elleri.
O
eller ..
Babamın
gözleri artık
simsiyah defterleri göremiyordu …
Fakat
yine siz haklısınız:
O gündü
hesap günü.
Taktınız
tenezzülen kendi elinizle siz
bir ölünün
burnuna gözlüğünü,
beş papelin
hesabını istediniz.
İşte
o hesabı şimdi ben veriyorum.
Size
bir tokat
borcum vardı.
Dikkat!
Kolumu
geriyorum.
İkimiz
karşı karşıyayız.
Sizin
peder ölmüş.
Öldü
benim babam.
Karşı
karşıya kaldık iki meşhur adam.
Benim
şöhretim nerden gelir,
Ben neyimle
meşhurum-
MALÜM!.
Size
gelince;
sizi meşhur
eden şey :
hırsız
bir babanın kanlı altınlarını çalan
hırsız
bir oğlun parasıdır.
Sizin
şöhretiniz :
lanetle
dolu bir yükün
çuval darasıdır.
Şöhretiniz:
kıvrak
çengiler, büyük kemancılar veren
çingene
çadırlarının yüz karasır.
İnanmazsanız
eğer,
karıştırsın
alim efendiler
kalın
yapraklı kitaplar gibi seneleri :
anlarsınız
ki, Edirne boyu
çingeneleri,
görmemiştir
soyunuz gibi bir soyu …
Bir
varmış
bir yokmuş.
Develer
tellallık edip satarken develeri,
bir benim
babam varmış,
birde
zatımuhteremin pederi.
Ey
zatımuhterem!
Ölmüş
sizin serasker
peder.
Öldü
benim babam.
Karşı
karşıya kaldık
iki meşhur adam …